Nazilerin Tamamen Hristiyanlık Karşıtı Olduğunun Sonu Gelmeyen Kanıtları
[https://satanslibrary.org/666BlackSun/Nazis_Anti-Christian.html Yazısının çevirisidir.]“Bunu kendi görüşüm olarak benimsedim” diye yazdı, “Hristiyan doktrini ve halka vermiş olduğu yaşam tarzı, tüm kötülüğün temel nedeniydi ve yalnızca Yahudi’ye Yehova tarafından kendisine verilmiş olan dünya egemenliğini elde etmek için bir araç olarak hizmet etti. Örneğin, Versay Diktatı, 28 Haziran 1919’da, arşidük çiftin Saraybosna’da öldürülmesinin beşinci yıldönümünde imzalandı. O zamanlar tarihlerin paralelliğinden şüphelenmedim ve onları kabalist inançların belirlediğine dair hiçbir fikrim yoktu. Arşidük çiftinin öldürülmesinin, Paris’teki Fransa Grand-Orient Locası tarafından kararlaştırılan ve Roma tarafından ilerletilen Dünya Savaşı’nın 1914 Yehova yılında serbest bırakılması (unleash) amacıyla masonların dünya kardeşliği tarafından planlandığını az da olsa anladım.“
–General Erich Ludendorff
Bu ifşalarla canlandı, çünkü her zaman kalbinde inandığı şeyi kanıtladılar: Almanya savaşı adil bir mücadelede kaybetmedi; uluslararası Yahudiler, Masonluk ve Roma Kilisesi’nin komploları yüzünden yenildi
–Şu kitaptan alıntıdır: ‘The Reich Marshal: A Biography of Hermann Goering by Leonard Mosley © 1974

“Katolik Hristiyanlar, Papa’nın tüm dini ve ahlaki konularda yanılmaz olduğuna inanıyorsa, biz Nasyonal Sosyalistler de aynı ateşli inançla, Führer’in bizim için de tüm siyasi ve diğer konularda kesinlikle yanılmaz olduğunu ilan ediyoruz.”
—Hermann Göring
The Face of the Third Reich: Portraits of the Nazi Leadership by Joachim C. Fest © 1970; Translated from the German by Michael Bullock, Page 114

Aşağıdakiler bu kitaptan alınmıştır: “The Third Reich in Power” by Richard J. Evans © 2005
“Münster Piskoposu Clemens von Galen, 19 Mart 1935’te yazdığı Paskalya mesajında Rosenberg’in kitabına şiddetli bir saldırı başlattı. “Almanya’da yine kafirler var,” diye alarma geçti ve Rosenberg’in ırksal ruh fikrini eleştirdi.” “Galen, Baldur von Schirach gibi önde gelen Nazilerin din adamlarına yönelik saldırılarından (sözel anlamda saldırı, dil uzatmak, eleştirmek gibi) şikayet ederek kişisel olarak Hitler’e yazdı. Uzlaşma açıkça olası değildi. Kiliseye baskı yapan Himmler ve Gestapo artık Katolik olmayan örgütlere ve kurumlara karşı daha sert önlemler almaya, halka açık toplantıları sınırlandırmaya, kalan Katolik gazete ve dergilerini sansürlemeye, belirli konuları yasaklamaya ve kendini kanıtlanmış Nazileri Katolik basınında editoryal pozisyonlara sokmaya başladı.”
“4 Kasım’da (Bölgesel Eğitim) Bakanı, yeni okul binalarının dini olarak kutsanmasını yasaklayarak ve haçlar (ve dolayısıyla Luther’in portreleri) gibi dini sembollerin tüm devlet, belediye ve okullar da dahil olmak üzere tüm kilise binalarının üzerinden kaldırılmasını emrederek işleri daha da kötüleştirdi.”
“Daha Konkordato onaylanmadan önce bile, Vatikan’ın Roma’daki Dışişleri Bakanı Kardinal Pacelli, Alman hükümetine ihlaller hakkında sürekli olarak uzun ve duruma göre ayrıntılı şikayetler gönderiyor ve kahverengi gömleklilerin Katolik meslekten olmayan (Catholic Laity) örgütleri kapattığı, para ve teçhizata el koyduğu, Hristiyan karşıtı propaganda yaptığı, Katolik yayınlarını yasakladığı ve çok daha fazlasını yaptığı yüzlerce vakayı listeliyordu. Katolik rahipler bu mücadelede engellendiler ve gamalı haçı alenen “Şeytan Haçı” olarak damgaladılar.”
“Reich Tiyatro Odası, 1935’ten itibaren, Nazi sponsorluğundaki konserler ve oyunlarla finansal ve ideolojik olarak rekabet ettiklerini öne sürerek, Kilise sponsorluğundaki müzikal ve ayrıca tiyatro etkinliklerini yasaklamaya başladı. 1937’de Doğuş oyunlarını (Nativity plays) yasaklıyordu.”
“Goebbel’in Kilise’deki mali yolsuzluğa karşı kampanyasının başlamasından sonra, Berlin ve Roma arasındaki alışverişlerin tonu değişti. İlişkiler açık bir düşmanlığa dönüşüyor gibiydi. Vatikan, Almanya’daki kilise ayinleri ve vaazların artık yetkililer tarafından sürekli gözetim altında tutulduğundan şikayet etti…” “Giderek artan çatışmadan endişelenen, aralarında Bertram, Faulhaber ve Galen’in de bulunduğu üst düzey Alman Piskoposlar ve Kardinallerden oluşan bir heyet, Ocak 1937’de Nazileri Konkordato’yu ihlal ettikleri için kınamak üzere Roma’ya gittiğinde mesele doruk noktasına ulaştı. “
“Almanca yazılmış ve Mit brennen Sorge başlıklı [papa genelgesi], ‘yakıcı bir endişeyle’, Naziler tarafından Kilise’ye dökülen ‘nefret’ ve ‘iftira’yı kınadı.”
“Ancak, genelge onları zayıflatmak için devam etti, Alman hükümeti, Kilise’ye karşı bir “yok edici mücadele” yürütüyordu. Hem görünür hem de gizli zorlama önlemleriyle, sindirmeyle, ekonomik, mesleki, sivil ve diğer dezavantajlarla ilgili tehditlerle, Katoliklerin ve özellikle bazı Katolik memur sınıflarının doktriner sadakati, insanlık dışı olduğu kadar yasadışı da bir baskı altına alınıyordu.”
“1936’dan beri Alman Polisi Başkanı olarak yeni yetkileriyle silahlanan Himmler, Kilise’ye karşı savaşı hızlandırdı. Yardımcısı Reinhard Heydrich ile birlikte Kilise örgütlerine gizli ajanlar yerleştirdi ve polisin din adamlarına yönelik baskısını artırdı. Piskoposluk basınına daha fazla baskı yapıldı, hac ve törenlere kısıtlamalar getirildi, hatta Katolik evlilik rehberliği ve ebeveynlik dersleri bile Nasyonal Sosyalizmin bu tür şeylere bakış açısını yansıtmadıkları için yasaklandı.”
“1938’e kadar Katolik gençlik gruplarının çoğu, ‘devlete düşman yazıların’ yayılmasına yardımcı oldukları gerekçesiyle kapatılmıştı. Almanya’daki liderlerinin Merkez Partisi’nin eski lideri Prelate Kaas ile iletişim kurduğu iddia edilen Katolik Hareketi de 1938’de yasaklandı. Bavyera ve Saksonya’da Kilise’ye verilen devlet yardımları kesildi ve manastırlar, mal varlıklarına el konarak feshedildi. “Politik” rahiplerin evlerinin aranması ve tutuklanmaları, mahkemeye getirilen halka açık “vaiz kürsüsünün kötüye kullanılması” davalarının sürekli sürmesi ile keskin bir artış yaşadı.“
“Reich Propaganda Bakanı Goebbels de rolünü oynadı. Genelgeden sonra, 1935’in ortalarında başlamış olan Katolik rahiplerin karıştığı iddia edilen seks skandallarına karşı propagandayı yoğunlaştırdı. On beş rahip, Kasım 1935’te, Batı Almanya’da akıl hastaları yurdunda eşcinsellik yasasına [sadece suç işleyen eşcinseller cezalandırılıyordu, hepsi değil] karşı suç işlemekten mahkemeye çıkarıldı. Ağır hapis cezaları aldılar ve basında sonu gelmeyen köşe yazılarının ilgi odağı oldular. Diğer rahipler, Katolik çocuk evlerinde ve benzer kurumlarda reşit olmayanlara karşı cinsel suç işledikleri iddiasıyla kısa süre içinde yargılandılar. Mayıs 1936’da basın, benzer suçlardan dolayı 200’den fazla Fransisken rahibi’nin Koblenz’de yargılandığını bildiriyordu.”
“Sübyancılık iddialarına odaklanan basın, manastırların “iğrenç bir salgının üreme alanı” olduğunu ve ortadan kaldırılması gerektiğini iddia etti. Nisan 1937’ye kadar binden fazla rahip, papaz ve katolik rahibinin (priests, monks and friars) bu tür suçlamalarla yargılanmayı beklediği söylendi. “
“…Katolik Kilisesi’nin “maskeyi çıkarmamayı” talep etmesi, homoseksüelliğin ve pedofilinin Kilise içinde bütün bir şekilde yaygın olduğunu ima etmekten fazlasıydı ve tek başına ele alınmış örnekler üzerinden yürütülen bir şey değildi.”
“Basına göre özellikle iğrenç olan, Kilise’nin sanıkların arkasında durması ve onlara şehit muamelesi yapmasıydı. Daha fazla dava açıldıkça, Propaganda Bakanlığı, Kilise’nin cinsel açıdan yozlaşmış olduğunu ve gençlerin eğitimi için uygun olmadığını göstermek için bir kampanya başlattı.”
“…bu tür şeyler yalnızca Kilise’de oluyordu, meydanda atılana göre, bunlar Kilise tarafından rahiplikte istenen bekarlığın kaçınılmaz bir yan ürünüydü. “Nazi basınında yer alan bir makaleye göre Katolik Kilisesi, çıkarılması gereken ‘sağlıklı ırksal bedende bir yara’ idi. Kampanya, Reich Propaganda Bakanı’nın kendisinin yaptığı, 20.000 sadık parti dinleyicisine sunduğu ve 28 Mayıs 1937’de ulusal radyoda yayınladığı, Katolik “halkların ruhunu yozlaştıran ve zehirleyenleri” kınayan ve ‘bu cinsel vebanın kökünden ve dallarından yok edileceğinin’ sözünü veren öfkeli bir konuşmayla zirveye ulaştı. ”
“Burada geçerli olan kanun Vatikan kanunu değil” diye uyardı Kiliseyi, “Alman halkının kanunu.”
“…Naziler papaz okullarını kapatmak ve onların yerine ailelerin oylarıyla desteklenen ve dini olmayan ‘topluluk okullarını’ koymak için bir kampanya başlattı.”
“1936’dan başlayarak Kardinal Bertram; Bavyera, Württemberg ve başka yerlerde uygulanmakta olan ‘duyulmamış terör’ hakkında doğrudan Hitler’e şikayette bulundu. İtirazı duymazdan gelindi. Kampanya devam etti.
25 Mayıs 1937’de önde gelen Nazi günlük gazetesinde ‘Tüm okul sınıfları, rahip kıyafetleri içindeki seks suçlularına karşı kendini savunuyor’ başlığı altında, çocukların söylediği bildirildi: “Papazın bize daha fazla öğretmesine izin vermek istemiyoruz!”
“1939 yazına gelindiğinde, Almanya’daki tüm papaz okulları topluluk okullarına dönüştürülmüş ve Kiliseler tarafından işletilen tüm özel okullar kapatılmış ve onları çalıştıran papaz ve rahipler görevden alınmıştı. İlköğretim okullarında giderek artan sayıda papaz ve rahiplerin ders vermeleri engellendi. Aynı zamanda, din dersi derslerinin sayısı azaltıldı.”
“Benzer şekilde, Eğitim Bakanlığı üniversitelerdeki birçok ilahiyat fakültesini birleştirme veya kapatma planları yaparken, 1939’dan itibaren Berlin’deki Eğitim Bakanlığı’nın emriyle boşalan öğretmen kolejlerindeki ilahiyat kadroları artık doldurulmamıştır. Birkaç alanda, özellikle Eğitim Bakanı Mergenthaler’in şiddetle Hıristiyan karşıtı olduğu Württemberg’de, din eğitimini kaldırma ve onun yerine Nazi dünya görüşüne göre dersler koyma girişimleri oldu. Rejim, 1939’a kadar din eğitimini tamamen kaldırmayı başaramadı, ancak uzun vadeli niyetleri bu tarihe kadar çok açık hale geldi.
Almanya’daki Katolik Kilisesi’nin gücü, tıpkı Protestan muadili gibi, 1939’da ciddi biçimde zedelenmişti. Daha da kötüsünün gelebileceği korkusuyla, rejim eleştirilerini azaltmaya başlayana kadar, sindirilmiş ve canına okunmuştu. 1937’nin sonlarına doğru bir yerel hükümet yetkilisinin bildirdiğine göre, yaygın hapsedilme tehlikeleri, “din adamları tarafından tedbirli bir sınırlamaya” yol açmıştı. Bazı bölgelerde Gestapo, Kilise karşıtı kampanyayı devraldı ve Katolik Kilisesi’ni kamu hayatından çıkarmayı hızla başardı.”
“Roma’dan Kardinal Pacelli, Alman hükümetine Konkordato’yu sürekli ihlal etmekle suçlayan bitmez tükenmez şikayet mektupları göndermeye devam etti. Yine de, Eylül 1937’de bunu yapmayı düşünmesine rağmen, Hitler sonunda konkordato’yu açıkça reddetmekten kaçındı. 1930’ların sonlarında giderek hassaslaşan uluslararası ilişkiler durumunda Vatikan’ın düşmanlığını ve Katolik devletlerin, özellikle Avusturya’nın protestolarını uyandırma riskine değmezdi.
Bununla birlikte özel olarak Dışişleri Bakanlığı Konkordato’yu, özellikle eğitimle ilgili hükümleri nedeniyle, “Nasyonal Sosyalizmin temel ilkelerine temelden aykırı” olması nedeniyle, “güncelliğini yitirmiş” olarak gördüğü konusunda hiçbir açıklama yapmadı. Parça parça ve gizlice ilerlemek ve konkordato’dan bahsetmekten kaçınmak daha kolaydı. Hitler, kamuoyunda Kilise’nin sadakatini talep etmeye ve kilisenin hâlâ önemli bir devlet desteği aldığını belirtmeye devam etti. Bununla birlikte uzun vadede özel olarak, devletten tamamen ayrılacağını, devlet vergilerinden elde edilen gelirden yoksun bırakılacağını ve Protestan eşdeğeriyle birlikte tamamen gönüllü bir kuruluş haline geleceğini açıkça belirtti. Rosenberg’in 1938’de ilan ettiği gibi, gençler artık Hitler Gençliği ve Nazileştirilmiş eğitim sisteminin kontrolü altında olduğundan, Kilisenin kendi insanları üzerindeki hakimiyeti kırılacak ve Katolik ve İtirafçı Kiliseler (Confessing Churches), mevcut biçimleriyle insanların hayatından kaybolacaktı. Bu Hitler’in kendisinin muhalefet etmediği bir fikirdi.”
“Baldur von Schirach, 1934’te gençleri Katolik gençlik örgütlerinden ayrılarak Hitler Gençliği’ne katılmaya çağırırken, Rosenberg’in yolunun Alman gençliğinin yolu olduğunu ilan etti. Temmuz 1935’te, Rosenberg’in Kiliselere yönelik saldırıları konusundaki tartışmaların zirvesinde, bir konuşmacı Bernau’daki Nazi Öğrenciler Birliği’nin bir toplantısında şunları söyledi: “Kişi ya Nazidir ya da kararlı bir Hristiyan.” Hristiyanlık, dedi, “ırksal bağların ve ulusal ırk topluluğunun çözülmesini teşvik eder… Eski ve Yeni Ahit’i reddetmemiz gerekir, çünkü bizim için yalnızca Nazi fikri belirleyicidir. Bizim için sadece bir örnek var, Adolf Hitler ve başka kimse yok.”
“Bu tür Hristiyanlık karşıtı fikirler Hitler Gençliğinde yaygındı ve Partinin gençlerin beyinlerini aşılama programının giderek daha önemli bir bölümünü oluşturdu. Örneğin, Köln’deki Nasyonal Sosyalist refah örgütünden öğle yemeği alan çocuklar, yemekten önce ve sonra, şükredildiğinde Tanrı’nın yerine Führer’in adının yerine geçen bir lütuf (grace) okumak zorunda kaldılar. Freusberg’deki okul çocukları için bir eğitim kampında, onlara Papa’nın yarı Yahudi olduğu ve Nasyonal Sosyalizm ile bağdaşmayan “Yahudi, ırksal olarak yabancı Hristiyanlık öğretisinden” nefret etmeleri gerektiği söylendi. On iki yaşındaki Hitler Gençliğinin annesi bir akşam eve geldiğinde cebinde şu yazıyı buldu; şarkı ayrıca 1934 Nürnberg Parti Mitinginde Hitler Gençliği tarafından halka açık bir şekilde söylendi:
“Biz neşeli Hitler Gençliğiyiz,
Herhangi bir Hristiyan “gerçeğine” ihtiyacımız yok
Önderimiz Adolf Hitler için, Önderimiz
Her zaman bizim aracımız.
Papalık rahipleri ne denerse denesin,
Ölene kadar Hitler’in çocuklarıyız;
Mesih’i değil, Horst Wessel’i takip ediyoruz.
Tütsü ve kutsal su kabı ile uzaklaşın!
Geçmiş zamanlardan atalarımızın oğulları olarak
Yüksekte pankartlarla şarkı söylerken yürüyoruz.
Ben Hristiyan değilim, Katolik de değilim,
SA ile ince ve kalın arasında gidiyorum.
Söyledikleri haç değil, Swastika yeryüzündeki kurtuluştur”
“We are the jolly Hitler Youth,
We don’t need any Christian ‘truth’
For our Leader Adolf Hitler, our Leader
Always our interceder.
Whatever the Papist priests may try,
We’re Hitler’s children until we die;
We follow not Christ, but Horst Wessel.
Away with incense and holy water vessel!
As sons of our forebears from times gone by
We march as we sing with banners held high.
I’m not a Christian, nor a Catholic,
I go with the SA through thin and thick.
Not the cross they sang, but ‘the swastika is redemption on earth.’”
“(Böyle bir propaganda) ayrıca, şiddeti ve gücü hafife alınmaması gereken, Hristiyanlık karşıtı bir ahlakı da yaydı.
Ağustos 1936’da genç bir Hitler Gençliği üyesinin Münih’teki bir sınıfa girdiğini izleyen Friedrich Reck-Malleczewen, bakışının öğretmen masasının arkasında asılı olan haça nasıl düştüğünü, genç ve hala yumuşak yüzünün bir anda nasıl öfkeyle çarptığını, o sembolü nasıl yırttığını gözlemledi. Almanya’nın katedrallerinin ve Aziz Matta’nın çınlayan ilerleyişlerinin kutsandığı sembol, duvardan indirildi ve pencereden sokağa fırlatıldı… Çığlık atarak: ‘Orada yat, seni pis Yahudi!”
“Nazi liderliği içinde Schirach’ın yanı sıra açıkça Hristiyan karşıtı başka isimler de vardı. 1920’lerin ortalarında Erich Ludendorff tarafından savunulan Partideki açık Paganizm, Ludendorff’un 1925’te Tannenberg Ligi’ni kurması ve iki yıl sonra Partiden ihraç edilmesiyle ortadan kalkmadı. İşçi Cephesi lideri Robert Ley, Hristiyanlığı küçümsemesinde ve İsa’nın Kutsallığını reddetmesinde Rosenberg’den bile daha ileri gitti, ancak onu hristiyanlığın yerine geçecek bir din yaratma yolunda takip etmedi.
Nazi seçkinleri içinde daha tutarlı bir Paganist figür, Partinin tarım uzmanı Richard Walther Darré idi, “kan ve toprak (blood and soil)” ideolojisi ile Heinrich Himmler üzerinde çok güçlü bir izlenim bıraktı. Darré, Orta Çağdaki Teutonların (bir tür cermen milleti), Güney Avrupa’dan gelen güçsüz (effete) Latinler tarafından onlara dayatıldığını iddia ettiği Hristiyanlığa geçişlerinin onları zayıfladığına inanıyordu.”
“1937’de bir SS planının dediği gibi: “Hristiyanlıkla son yüzleşme çağında yaşıyoruz. Önümüzdeki elli yıl boyunca, Alman halkına kendi karakterlerine uygun bir yaşam tarzı oluşturmak için Hristiyan olmayan ideolojik temelleri vermek SS’in görevinin bir parçasıdır.”
“Himmler, SS’lerin ailelerine Noel’i kutlamamalarını emretti, bunun yerine Yaz Ortası’nı işaret etti. Himmler 9 Haziran 1942’de Hristiyanlığın “salgınların en büyüğü” olduğunu ilan edecekti.”
“İçişleri Bakanlığı, Kilise’den ayrılan kişilerin kendilerini “Deist” (gottgläubig) olarak ilan edebileceklerine karar verdi ve Parti, memurların aynı anda Katolik veya Protestan Kilisesi’nde herhangi bir görevde bulunamayacaklarına karar verdi.”
“Bu süreç, Rudolf Hess’in ofisinin enerjik ve güçlü bir şekilde Hristiyanlık karşıtı başkanı Martin Bormann tarafından yürütülen, rahiplerin ve papazların Parti işlerinde rol almasını yasaklayan, hatta Mayıs 1939’dan sonra tamamen partide olmaktan alıkoyan, bir dizi artan önlemle hızlandırıldı.”
“1930’ların sonunda Nazi Partisi’nin örgütlü Hristiyanlıkla bütün bağlarını koparma yolunda olduğu gerçeği değişmedi.”
“Buna karşın Ruhr’daki Katolik işçiler arasında, Hitler’in başarısının Kilise’ye karşı daha da acımasız bir kampanyaya yol açacağına dair endişeler vardı.”

Şu kitaptan alıntıdır: “The Spear of Destiny” by Trevor Ravenscroft © 1973
(Satanik ve Satanizm için büyük S harfi benimdir, orijinal metin küçük harfle yazılmıştır.)
“Roma Katolik Rahiplerinin (“Kötü niyetli Parazitler”) ve Püriten Papazların (“Onlarla konuştuğunuzda utançtan terleyen köpekler kadar itaatkar”) aksine Hitler, eski İbranilerin hikayesini, insanlığın uzun tarihinde herhangi bir şekilde olumlu bir öneme sahip olduğu için kabul etmeyi reddetti.”
“Nietzsche, bu dinin ustaca bir analizinde bunu zaten mükemmel bir şekilde yapmış olduğu için, Hristiyanlığın değerini değerlendirmeye ihtiyacı yoktu: “Köleler, zayıflar ve kurumuş ırksal pislik kalıntıları için!”
“Heilscher ayrıca, SS’in seçkin üyelerinin Şeytani güçlere geri dönüşü olmayan bir bağlılık yemini ettiği
“Boğucu Hava Ritüeli’ni” yaratmaktan da sorumluydu. Naziler savaşı kazansaydı, Heilscher, Haç’ın yerini Swastika’nın alacağı yeni bir dünya dininin Baş Rahibi olabilirdi.”
“Hitler, İsa’dan nefret ediyordu ve tüm Hristiyan amaçları ve idealleri için yalnızca küçümseme ve nefret hissetti.”
[Dietrich Eckart]“Yine de onu Münih Bierkellers’ın gay sosyal çevresine dalmış olarak görenler, bu kıdemli Ordu Subayının bu neşeli yüzünün arkasında, adamış bir Satanist, Kara Büyü sanatlarının ve ritüellerinin en üst düzey ustası, güçlü ve yaygın bir okültistler grubunun, Thule Örgütü’nün, merkezi figürünün gizlendiğini asla tahmin edemezdi.”
(Savaştan sonra ‘müttefikler’ tarafından ele geçirildiğinde) “Wolfram von Sievers, mahkumları darağacından kurtarabilecek zehirlerin geçişine izin vermeyen hücre muhafızlarının tam görüşü karşısında saygıyla diz çöktü, Heilscher ise mezarın diğer tarafında ruhunu bekleyen kötülüğün güçlerine tapınmak için son bir ilahi olan Kara Ayin sözlerini söyledi.”
“Eckart tamamen farklı bir öğrenci arayışındaydı. Thule Grubundaki usta arkadaşlarına, dünyayı fethetmek ve Aryan ırkını zafere götürmek için Lucifer’den ilham alan adam olan Anti-Christ’in gemisini hazırlamasının kaderinde olduğuna dair kişisel bir tür Şeytani duyum aldığını iddia etti.”
Dietrich Eckart 1923’de ölürken şunları söyledi: “Hitleri takip edin! O dans edecek ama müziği çalan benim. Onun ‘Gizli Doktrinini’ başlattım, merkezlerini vizyona açtım ve ona güçlerle iletişim kurması için araçlar verdim. Benim için üzülmeyin: Tarihi herhangi bir Almandan daha fazla etkilemiş olacağım.”