Kaynak: Joy of Satan forumları, Kaba-Allah, Yüksek Rahip Hooded Cobra. Aynı zamanda da yazımızda bağlantı verdiğimiz haber sitesi makalesi.
Müslümanların Kur’an’ı, Tevrat ve Yahudi-Hristiyan İncilinden hikayelerle doludur, buna kurmaca karakter İsa hakkında hikayeler de dahil. Muhammed de kurmaca olmasına rağmen Yahudi bir karakter olarak tasvir edilmiştir, ve ilk olarak Yahudilerin Kurtarıcısı olduğu söylenmiştir. İslam’ın “yahudi karşıtı”, hatta “anti-semitist” olduğu gibi iddialar hep sonradan ortaya atılmıştır. Böyle iddiaların tek amacı kafa karıştırmak, ve asıl odağı Centillerin orijinal dini olan Paganizm (bunun en saf hali olarak da Spiritüel Satanizm) ve bunun karşısında duran tüm İbrahimi inançlar arasındaki ezeli savaştan alıp, sanki İbrahimi inançların da kendi aralarında çok farklı tarafları varmış gibi göstermek, dolayısıyla da insanların bir tanesinin diğerlerinden “daha doğru” olabileceğini hissettirmektir. Her zamanki gibi kontrollü karşıtlık. Başlangıç olarak direkt Kâbe yapısının Yahudilerin amaçlarına hizmet ettiğinden bahsetmeden önce, İslam’ın kökenlerinin Yahudi karşıtı olmaması, tam aksine çıktığı zamanlarda onu iyi karşılayabilecek tek güruhun Yahudiler olduğu konuda bir haber sitesinin akılcı argümanlar sunduğu makalesinden şöyle bir alıntı sunabiliriz:
“Gerçekçi konuşacak olursak, o zamanlar Muhammed’in tek, görünmez bir Tanrı çağrısından etkilenmiş olabilecek tek halk, peygamberliğe inanan Yahudilerdir. Açıkça görülüyor ki, Muhammed peygamberin Yesrib’e [Medine’nin ilk ismi] davet edilmesi birkaç putperest değil, toplumun önde gelen bir Yahudi grubu tarafından yapılmıştır. İlginçtir ki, çeşitli Yahudi anekdotları bize hala Muhammed peygamberin 622’de Yesrib’e gelişinin, Yesrib’de yaşayan bir Yahudi sakininin çatısına çıkıp “İşte peygamber geliyor” diye coşkulu bir şekilde duyurulduğunu söylemekte. Yaklaşık 5 yıl boyunca, Yesrib’in Yahudi sakinleri Muhammed peygamberi uzun zamandır bekledikleri Kurtarıcı (Mesih) olarak gördüler. Bütün bu tarihsel olaylar bize, Muhammed peygamberin Yahudilerle İbn-i İshak’ın “Hz. Muhammed’in Hayatı” eserinde bulduğumuzdan çok daha yakın ilişkiler içinde olduğunu kesin olarak göstermektedir. Kısa bir zaman içinde, Yahudilerin Muhammed’i uzun zamandır bekledikleri Peygamberleri olarak kabul etmeleri, şehrin isminde bile sembolize edilmiştir. Yesrib’in meselelerini yöneten güçlü Yahudi kavimleri, şehrin ismini Medinetü’n-Nebi [yani “Peygamber Şehri”] olarak değiştirtmişlerdir. Sonradan, şehrin ismi Medine olarak kısaltılmıştır.
Yesrib’den, Avrupa’ya karaları ve denizleri aşarak bilgi aktarımı o zamanlar günümüzde olduğu gibi yoktu. Anlaşılabileceği gibi, Yesrib’deki Yahudi kavimlerinin, Roma’daki çok sayıda Yahudinin Romalı katliamlarından sağ kurtulduğunu ve Avrupa’da olup Muhammed peygamber hakkında hiçbir şey duymamış olabileceklerini bilmelerinin imkanı yoktu. Belki de Yesrib’deki Yahudiler, henüz gelmemiş bir kurtarıcıyı biraz fazla sabırsızlıkla bekliyorlardı. Ancak Yesrib’deki Yahudiler için beklentiler farklıydı. Onlar için Muhammed bir kurtarıcı olarak göründü. İbrahim’e bağlı olan soyu, kendi tektanrıcı inançları için ihtiyaç duydukları güveni sağlıyordu. Kudüs’te kendi halklarını [Yahudileri] katleden ve sonunda Hristiyanlığı kuran Romalılar, o zamanlar hala Yahudilerin en ölümcül düşmanlarıydı [bizim notumuz: burada bilerek veya bilmeyerek bir kontrollü karşıtlık yapılıyor; Hristiyanlığı kuranların Romalı Centiller olduğu iddia ediliyor ve bu sayede Hristiyanlığın/Hristiyanların Yahudilerin düşmanları olduğu ima ediliyor. Ancak biliyoruz ki Roma’da Hristiyanlığı Flavius Hanedanı sayesinde “devlet dini” haline getiren ve bu sayede yıkılmasını sağlayan da Yahudilerdir.]. Doğal olarak, Mesihlerinin gelişi için uzun bir süre bekledikten sonra, Yesrib’deki Yahudiler Peygamberlerini son derece heyecanlı bir şekilde karşılamış olmalılar. Tam tersine Hristiyanlar ise, 325 yılında yapılan Birinci İznik Konsilinde İsa’yı Tanrıları olarak kabul etmelerinden beri, kendi inançlarıyla ters düşen hiçkimseyi görmekten memnun değillerdi.
Müslüman olmayan birinin İslam hakkındaki izlenimleri şüphesiz ki İslam’ın ana ritüellerinin, Kudüs’te Romalı katliamından Yesrib’e kaçan Yahudiler tarafından oraya taşınan Yahudi efsaneleri ve pratikleriyle olan inanılmaz benzerlikleri hakkında olacaktır. Müslümanların, İsa’nın Muhammed’den önce gelen peygamber olmasına inanmalarına rağmen, Hristiyan aleminin hiçbir efsanesi Kur’an’da onurlandırılmamıştır. Papazların merasim elbiseleri, arındırma amacıyla tütsü ve kutsal su kullanılması, sunak başında mum ve ışıkların yakılması gibi şeyler, İslami paradigmaya çok uzaktır. Bunun yerine İslam, İbrahim ve Musa’nın inancına benzerliğinin altını çizmektedir. İslam’da bütünleşik olan şey, Medine’deki Beni İsrail (Yahudiler) tarafından uygulanan Museviliğin normlarıdır. Domuz etinden kaçınma, sünnet uygulaması, kosher/koşer (helal, ikisini edinme işlemi de çok benzer) et yeme ve en önemlisi de putlara tapınmadan uzak durma, Yahudilerle İslamın yakın bağını göstermektedir. İslamın takvimi bile, Mekke civarında Allah’tan vahiy aldığını iddia ettiği kutsal günün aksine Muhammed’in Medine’ye yolculuğuna başladığı gün ile başlamıştır. Bunlar, bu iki tamamen tektanrıcı inancın içine dini-politik çatışmaların zorla girmesine göz yumulmasından önce İslam ile Museviliğin arasında olan bağa somut örnek olarak verebileceğimiz sadece birkaç kanıttır.”
Elbette Muhammed’in yaşamadığını, dolayısıyla onu kabul edecek bir Yahudi topluluğu olmadığını bizler biliyoruz; ancak bu alıntıyı sunmamızın sebebi bu değil. Biraz mantık çerçevesinde düşününce görülüyor ki, İslam’ın kendisinin tasdiklediği “otobiyografisinde” bile, İslam sadece Yahudiler tarafından “kabul edilebilir”. İşin aslı zaten bu inancın Yahudiler tarafından yaratıldığı ve yayıldığıdır, zaten Musevilik ve İslam’ın pratikleri ve inançlarının birbirine bu kadar benzemesinin sebebi de budur. Bu benzerlik de Yahudilerin düşman düşünce formuna duygusal/simpatik (ve dolayısıyla enerjetik) bir bağ oluşmasını sağlıyor. İslam’ın mistik sistemlerinin hepsi, Kur’an’da belli bölümlere bağlanmak üzere tasarlanmıştır. Bu aynı zamanda İbranice alfabesiyle birçok harf paylaşan Arapça alfabesiyle de alakalı. Her bir harf veya harf dizesi, Kur’an’da belli bir kısma veya Yahudi bir karaktere bağlanıyor. Bu, Kur’an ve Hadislerde geçen “Allah’ın 99 ismi“ni de içeriyor. Müslümanlar, İslam’ın mistik pratiklerinin temelini oluşturan, her biri Allah‘ın bir “ismini” temsil eden 99 boncuklu tesbihlerle dua etmeleriyle de alakalı. Aynı zamanda her bir Müslüman için zorunluluk, yani “farz” olan şeylerden biri de hayatlarında en az bir kez Mekke’ye “hacca gitmek”tir. Hacca gittikleri zaman Kâbe küpünü ziyaret edip etrafında saat yönünün tersinde yedi kez dönerken (“tavaf etmek“) dua etmek vardır. Bu hac ritüeline hayvanların ritüelistik katliamı, “Şeytan”ı temsil eden üç sütuna taşlar atılması suretiyle “Şeytan taşlanması” da dahildir. Kâbe‘nin Yahudi “peygamber” İbrahim tarafından inşa edildiği söylenmekte, bu sayede bu Kâbe küpünü kullanarak düşman düşünce formuna daha da derin bir şekilde bağ yaratılıyor. Bu ritüellerin her biri hayvanların ritüel şeklinde katliamından ve diğer “ibadet”lerden negatif enerji yükseltmek, ve bunları düşman düşünce formuna dualarla bağlatmaktır, aynı zamanda da Tanrılarımızı lanetleyip bağlamaya çalışıyorlar. Sözde “Şeytan taşlama” adetinde kullanılan üç sütunun sebebi, üç sayısının enerjinin maddesel dünyada etki göstermesini temsil etmesindendir.
Kâbe küpü, kutsal geometride Toprak elementini simgeleyen küp şeklindedir. Bütün Müslümanlar, gün içinde güneşin güç noktaları olan 5 zamanda seccadeleri üzerinde yogadan çalıntı hareketlerini uygular ve bu enerjilerini Mekke’ye, oradaki küpe yönlendirirler. Bunun sebebi, Kâbe yapısının küp şeklinin zihnin bağlı ve içinde bulunduğu astral düzlemden gelen enerjileri odaklamasıdır. Ondan sonra küp, bu enerjiyi astralden maddesel dünyada meydana getirir. Yahudiler de hahamların söylediği gibi Mekke’deki Kâbe küpüne benzeyecek şekilde tasarlanan Tefilin kutularını takıp, kollarına da yedi tur boyunca Müslümanların bu küp etrafında döndükleri yönde kayış sararlar. Bu, Müslümanların yaptığı bu ritüele simpatik bir bağ oluşturur ve astral’deki enerjilere bağlanarak bunları maddesel dünyada meydana getirir. Yahudilerin siyah Tefilin küpü, düşman düşünce formunu maddesel dünyada etkin kılmak için bir formül olan Şema duasıyla alakalıdır.
Doğuda Hindu tapınakları da merkezleri küp olacak şekilde inşa edilirdi. Bunların üstüne de Meru, yani koni şeklindeki kulelerini inşa ederlerdi. Bunun amacı astralden gelen enerjileri bu geometrik şekil aracılığıyla koni şekline sokacak bir piramit yapısı oluşturmak, ve enerjinin de merkezdeki küp ile maddesel olarak etki göstermesidir. Bütün Hindu ritüelleri, rahipler tarafından bu küpün içinde ve diğer katılanlar tarafından da küpe dönerek yapılır. Bu, ritüellerin enerjilerini dünyada hayata geçirir. Bu antik Hindu tapınaklarını ziyaret eden insanlar, duvarlara elinizi koyup taşların enerjiyle titrediğini hissedebileceğinizi söylüyorlar. Bunun sebebi, bu tapınağın merkezini oluşturan geometrik şekli meydana getiren taşların, astralden gelen enerji ve yüzlerce yıl boyunca yapılan ritüellerin kolektif psişik gücü ile yüklenmiş olmasındandır.
Camiler de geleneksel olarak bir güç konisi görevini gören merkezi bir kubbe şeklinde yapılır, amacı da içlerinde günde beş kez yapılan ritüellerin gücüne katılması için bunların içine astral enerji çekecek bir piramit şekli meydana getirmektir. Minareler ise enerjiyi dünyadan iletip ritüeli daha da güçlendirmek için kubbenin dört tarafından gelen enerjileri kubbenin içine yönlendiren dikilitaş (obelisk) görevi görür. Sonra bütün bu enerji toplu bir şekilde Mekke’deki küpe gönderilir.