Bu bir Zeus’un Tapınağı Orijinal İçeriğidir.
Tarihin başlangıcından beri insanlar bir şeyi merak eder ve cevabı ararlar. Bu süreçte kimisi sorgulayıcı, kimisi de inançlı konumda olmuştur. Doğru olan gerçeği aramak, bilmek ve yaşamlarımızı bunun ekseninde şekillendirmektir.
Şöyle düşünün; hakikatsiz ne var olabilir? Var olan şey zaten en yüce hakikat değil midir? Tabii ki varlığın formları vardır ve daha büyük çarklar olduğu gibi basit dişliler de var olabilir, biz insanlık olarak doğamız ve Tanrısal yaratılışımızdan ötürü bunun mekanizmasını ve bilgisini her zaman sorgular hâlde kendimizi bulduk. Antik dünyanın filozofları, ezoterik ustaları, ve hatta bizler bile bu süreçten nâmuafız.
Mikrokozmos ve makrokozmos tamamen bu Gerçeklik üzerinden dönüyor. Ve Gerçekliğin gücü, demir bir hat gibidir. Durdurulamaz, engellenemez, ve en yüce formunda tarif edilemez.
İşte bu en yüce gerçek, tarif edilebilen ve edilemeyen formlarında Zeus’un kendisidir.
Fakat daha detaylı bir anlatıma geçmeden ve O’nun muhteşemliğini teferruatıyla göstermeden önce, başlıca kim olduğunu anlatalım. Zeus Baba, evrenin en yüce gücüdür ve İlk Tanrıdır, Tanrıların Başıdır. En bilge varlık, her şeye gücü yeten, ondan ötesi bulunamaz, görülemez olandır. O, bizim görebildiğimiz ve tahayyülümüze dahi alınamayacak bütün her şeyin hakimidir. Söylenebilen ve söylenemeyecek her türlü sözün sahibidir. Doğrusu, O Göksel Kraldır; ve dahası mucizelerin ve nedenselliğin, bunların bile bulunmadığı yaratılışın kaynağının yegâne tanrısıdır.
O Işığı, Karanlıktan çekip alandır. Sessizliğe söz katandır. Bilgelerin Bilgesidir. O, Bilinçsiz Evrene Bilinç Katandır. Adaletin Tanrısıdır ki şüphesiz, Adalet bu dünyanın temelidir. On Kürenin, Güçlerin Birliğinin, Yedi İçsel Âlemin, Bütün Dünyanın Temelinin, Üçlü Birliğin, Çiftten/İkiden Doğan Varoluşun, Bütün Yaratılışın Yegane Tanrısıdır. Yaratılış ve yıkım O’nun ellerindedir. O, O’nun ellerinden, bizim ellerimize de aktarandır. O, Sevgisinden ötürü İnsanı kendi suretinde yaratandır.
O en derinlerinizde, içinizde olandır. Sizi kendisine benzetmeye (tanrılaştırmaya) çalışandır. Doğruyu ve yanlışı ayırt eder. O, Terazinin sahibi, Eylemlerin tartıcısıdır. O size ilim öğretendir. O, Akıl Sahibidir. Noetiktir. En Yüce Bilgelikle donatılmış olandır. Kendi Formu, Zekâsı ve Potansiyelinden, İnsanı yaratmıştır.
O, İnsanların ve Tanrıların Babasıdır.
İnsanlığı Yaratması
Zeus Baba, Dünya’ya inmeden önce, burada gerçekten gelişebilmiş bir insanlık bulunmazdı. O, Bu durumu ve Enkozmik Güneş Sistemimizin yaratabileceklerini görerek, Tanrılarla birlikte İnsanlığı yaratmak için Dünyamıza indi. O, Her Şeye Gücü Yeter Olarak Kendisine Benzer ve Doğamıza Uygun şekilde 3 Irkı yarattı: Beyaz, Sarı ve Siyah. Onlara hediyelerinden verdi, bizi yücelikle donattı. Bu süreç, genetik mühendislik ve spiritüel bilgi sayesinde gelişmiştir. Tanrıların Tanrısı, bizi en âlâ şekilde yarattı ve bize Kendisi gibi Tanrı olabilme ihtişamını bahşetti.
O’nun Orijinal Planı, bizi de Kendisi gibi Tanrı yapabilmektir. Bizim Doğuşumuzla birlikte Tanrılar bizimle kaldı ve bize Evrenin Yollarını öğrettiler. Çağlar çağları, on bin yıllar on bin yılları kovaladı ve bir sürü İnsan, Tanrı olabildi. Biz bu İnsanlara Tapmaktayız. Onlar bizim Daemonlarımızdır. Aynı şekilde daha yeni tanrı olmuş Kahramanlar da bulunmaktadır.
O bize sadece Tanrı olabilme ihtişamını da bahşetmemiştir. Bu yola girebilmemiz için, bizi sürekli reenkarne etmiş, Elefsis Çayırlarında ya da Duat’ta, Türklerdeki adıyla Uçmağ’da ağırlamıştır.
Duat, Babamızın ikamet ettiği Orion Takımyıldızı’ndaki bir gezegendir. Zeus Babamız ve pek çok Tanrı, burada yaşamaktadır. Bu durum Orijinlerimizi anlatan Mısır Mitolojisinde belirtilmektedir.
Aynı şekilde Sümer Mitolojisinde de, Annunaki (yani Gökten Olanlar) şeklinde Tanrıların Göklerden geldiği belirtilmiştir. Kendisi, Sümer Mitolojisinde Enki ismiyle anılmaktadır.
Mitolojide, O’nun “Altın” bulmaya geldiği söylenir. Tabii ki şarlatanlar bunu aldatıcı biçimde anlatmaktadır. Dünyaya altın, meteorlardan inmiştir ve uzay gemisiyle gelen birisinin Altın gibi bir metal için insan yaratmasına gerek yoktur. Yunan mitolojisinde Tanrıların, Otomatlar (Robotlar ya da Yapay Zekâ Androidler) kullandıkları da belirtilmektedir.
Tanrıların aramaya geldiği “Altın”, metallerin en yücesi, renklerin en şahanesi, ışıldayan cisimlerin en yücesi Güneş’in “Altını”dır. Yani Tanrılık potansiyelidir. Onlar, burada bizim Tanrılığa ulaşabileceğimizi gördükleri için bizi Yaratma amacıyla gelmişlerdir.
Bu durum, Türklerde “Törüngey” adlı kişi üzerinden verilir. Bu mit, düşman etkisi altında saklanmak için oluşturulmuş ve Adem mitinin altında yatan bağlam değiştirilerek verilmiştir. Tengri, aynı şekilde Törüngey’e bazı ağaçlardan yemesini yasaklar, lakin Törüngey burada kandırılınca, Tengri “Eyvah, bizden birisi gibi oldu.” demek yerine “Ben seni Kendime benzeyesin diye yarattım!” diye çıkışır ve azarlar. Yani, İnsanlığın Tanrılık potansiyeli Altın Çağ’da bilinen bir meseledir.
Sümer Mitolojisinde de aynı şekilde, büyü bilinmemesi gereken bir şey değildir. Bizzat Enki, bunu insanlığa öğretmiştir. Ruhu yükseltici bilgi, bizim amaçladığımız ve sunduğumuz şeydir.
Zeus Baba, insanlığa hiçbir zaman yalan söylememiştir zira O, Gerçeğin Kendisidir. Düşman bile bu hakikati gizleyememiş, Yılan, Havva ile Adem’i kandırınca, aslında bilgi ve bilgelik ağacından yemişlerdir. Yani gerçekten Tanrı gibi olmuşlardır ve bu durumu Düşman da kendi kitaplarında kayda geçirmiştir.
Yılan konusuna bir parantez açmak gerekirse, bunu elbette daha teferruatlı biçimde aşağıda inceleyeceğiz lakin şunu demek gerekir ki, insanlığın içindeki Yılan, yerde sürünme laneti verilen Yılan, aslında Uzak Doğu ve Batı mitolojisindeki gibi göklerde uçması gereken yılandır. Hindular buna “Kundalini Yılanı” demiştir ve bu gerçekten de Zeus’un yılanıdır. İnsanlığın düşüşüyle beraber, bu yılan da aktifliğini en azından kolektif ruhumuzda yitirmiştir (bireysel inisiyelerin durumu farklıdır, bizler tekrardan yükseltebiliriz).
Bu da insanlığın bilinç seviyesinin düşmesine ve ruhani gerçeklere fazla önem göstermemeye yol açmıştır. Fakat bu sadece “uyku” durumundadır ve bu sonsuz bilgelik kaynağı tekrardan ellerimize geçecektir ve Taç Çakrasına, Cennete yükselecektir ve Ejderha olacaktır.
Zeus’un bizdeki hediyeleri gerçekten sayısızdır. Bizim içimize aynı zamanda, kendisi gibi yükselebilmemiz için Kundalini Yılanı yerleştirmesinin yanı sıra, üst bir benlik de yerleştirmiştir. Bu da “Daimon”dur. İçimizdeki Daemon, yani üst benlik, bizi doğruya yönlendirir ve yanlışa gitmemizden kaçındırır.
Bu yazıyı özellikle bu konu üzerinde bilgilenmek için okuyabilirsiniz: İçinizdeki Tanrıların Sesi
Tanrıların bizi yaratırken neye dikkat ettiklerine dair bir mit: Prometheus Miti – Açıklandı
Tanrımızın İsimleri
Baalzevul Kişiliği, onun var olan alemdeki yansımasıdır. Bu isim muhtemelen Ba-Al (kesin olarak Baal) ve aynı doğrulanmış kesinlikte Zev-Ul şeklinde bölünebilir. Baal, Semitik dillerde Kral/Sahip demektir. Bu, O’nun evrenin sahibi ve yöneticisi olduğuna delalettir. Zev ise, aynı şekilde Gökyüzü demektir ve Antik Yunancada Zeus’un dildeki seslenme biçimidir. Örneğin, “Ey Zevs” yerine “Ey Zev!” denirdi. “Ul” da ışık yani yaratılış demektir.
Zeus’la ilgili bir diğer şey ise, kendisinin bir diğer ismi ve aynı zamanda dildeki çekimi de “Zen”dir. “Zen” yaşam demek olmakla beraber, “yaşama” anlamına sahip kökü “Zoo” da Çark-ı Felek ya da “Zodyak” sözcüğüyle de kök sözcük olmuştur. Zodyak, yaşamdaki bütün katmanları belirtir. Bu yüzden, Baal-Zevul, bu bütün alanların/mülklerin Kralıdır.
Lucifer Kişiliği ise; Phosphoros, Eosphoros ve Şiva adlarıyla da bilindiği üzere, ışığın getiricisidir. Var olan değil, var olmayan âlemdeki ışığın taşıyıcısıdır. Gerçekliğin Özü, buradadır. Tanrı’nın Özü de buradadır.
Lucifer, Işık anlamındaki “Luc” ve Getirmek anlamındaki “Fer” kelimelerinden türetilmiştir. Var olan her şeyin bir ısısı ve benzer biçimde ışığı vardır. Yani bu hayata getiriş yönü buradan görülebilir. Bu sayede çok uzaktaki nesneleri ve evrendeki gerçekleri takip edebiliyoruz.
Aynı zamanda, Kendisi görülen anlamıyla insanları aydınlatan tanrıdır ve Gerçekten Işığı getirir.
Zeus, bu yüzden aynı zamanda “Aion-Helios” ya da “Zeus-Helios” olarak bilinmiştir. Zira Helios (Güneş), hem bütün renkleri barındırması (beyaz renkte olması) hem de ışığın en güçlü formunu oluşturması açısından, yaydığı ısıyla da birlikte varoluşun en güçlü biçimi ve yaşamı sağlayandır.
Yaşamdan bahsetmişken, “Z” sesi de aynı biçimde tam anlamıyla biyoelektriğin sesine benzemekte ve bu, yaşam için kritik bir rol oynamaktadır.
Bunun harici Yahudiler (Düşman); Satya, Satürn, Satanas, Wodanaz gibi isimleri düşmanca bir forma sokarak “Satan” ya da “Şeytan” şeklinde onu kötülükle ilişkilendirmiştir.
Örneğin, yıldırımları yöneten Tanrımız Zeus’a ilişkin:
Luka 10:18’de Yahudiler “Şeytan’ın gökten bir yıldırım gibi düştüğünü gördüm” der – Zeus’un (Yıldırım veya Şimşeğin liderinin), Cennetteki Tahtından nasıl “düştüğüne” dair bir bilinçaltı mesajı.
Vahiy 2:13’te “Şeytan’ın Tahtı Bergama’dadır” derler – Zeus’un Tahtı Bergama’daydı. Tüm bunlar Şeytan/Lucifer’in lütuftan ve Baş Tanrı olmaktan “düşüşe” geçtiğini göstermek için bilinçaltı çağrışımlarıdır.
Bütün bunlar yalan olmakla birlikte, bu yalanlar çağında, insanların zihinleri oldukça bulanmıştır. Yıldırımlar aslında yaşam gücünü ve “kafasında şimşek çakmak” ya da “brainstorm” gibi deyimlerden de görebileceğimiz üzere ani aydınlanmaları ya da zihinsel aktiviteleri yönetirken ve Zeus’un da bunlar üzerinde sahipliği bulunurken, kitaplardaki bu bilinçaltı çağrışımlar özellikle seçilmiştir.
Hindistan’da usta insanlar, en yüce mantra olarak “SaTaNaMa” – “Sata Nama” — “Gerçeğe boyun eğiyorum” mantrasını benimsemiştir. İnsan oğlunun sahip olduğu en yüce mantra budur. Aslında boyun eğmemiz ve kutsamalarını almamız gereken Tanrıya, böyle bir hakaret reva görülerek bunun eşliğinde envai iftiralar atılmıştır ve İnsanlık, Özünden ve Hakikatten koparılmıştır.
Zeus Lucifer’in Önemli Konseptlerine Kısa Bir Bakış
Yukarıdakilere ilişkin değinmemiz gereken önemli iki hakikat daha vardır: Gerçek ve Adalet.
Bunları açıklamak gerekirse; kendisi Sat, Satya isimlerinde kavramsal olarak Hindistan’da bilinmiştir. Bu kelimeler de Gerçek, Ebedi Gerçek gibi anlamlara gelmektedir. Batı dünyasında ise Satürn kelimesinde bunu görebiliriz ve Satürn de yine astrolojik olarak Gerçekliği yöneten gezegendir. Ve aynı zamanda nedenselliği sağlayan karmanın, zamanın ve eylemlerin sonucunun, ekilen buğdayın hasadının.
Bu, aynı zamanda Türklerde “Sata” formuyla bulunur ve “Şafak” demektir, tamamen aynı şekilde bütün bunlar Mısır’daki “Sata yılanıyla” ilişkilidir:
“Ben yılları sonsuz olan yılan Sata’yım.
Yatıp ölürüm. Her gün tekrar doğarım.
Ben dünyanın en derin köşelerinde dolanan Sa-en-ta yılanıyım. Yatıp ölürüm. Doğarım, yenilenirim, her gün gençliğimi yenilerim.“
– M.Ö 1700+, Mısır Ölüler Kitabı.
Kendisi aynı zamanda sınayan Satürn’ün yanı sıra eylemlerin talihini sağlayan Jüpiter’dir de. Hem Tengri, hem Zeus, hem de Iupiter; gezegen olan gök cismi Jüpiter ile ilişkilidir. Aynı zamanda kendisi her yerde “Göksel Baba” ismiyle anılır.
Ve bu gezegen de yine adaletle ilişkilidir. O’nun konseptleri o kadar yücedir ki; tarif edilemez gerçekten, evrenin akıl yürütülebilir gerçekliğine, yasadan adalete pek çok şeye uzanır.
Türklerden devam edersek; bütün bu konseptler Törü (Yasa, Dharma), onun anagramı Ötrü (Nedensellik), ve oldukça benzeyen Toğuru (Doğru) kelimelerinde görülebilir.
Ayrıca nedensellik bildiren Ötrü (günümüzde ‘ötürü’), “geçmek” anlamıyla da oldukça yakındır. Antik Yunanistan’daki Zeus’un isimlerinden Dia, yine aynı şekilde “nedensellik” ve “karşıya geçmek” demektir. İki isimden de görebileceğimiz üzere, nedenselliğin ilerleyişle yakından ilişkisi görülebilir. İnsan bu yüzden içsel olarak bilmek ve ilerlemek ister, doğru adımı atmaya yöneliktir.
Zeus, kısacası bu yönleriyle anlatılabilir. Fakat araştırarak çok daha fazlasını öğreneceksiniz.