“Beğenilen bir teoriye körü körüne sadık kalmak yüzünden, bilime telafisi daha fazla emek gerektiren pek çok yanlış girmiştir. Bunlara engel olmak, büyük oranda zihni alçakgönüllülük, bağımsızlık ve yenilgiyi kabul etmeyi gerektirir.”-Micheal Faraday
“Bilimlerde binlerce görüşün otoritesi, tek bir insandaki küçücük bir mantık kıvılcımı kadar değerli değildir.”-Galileo Galilei
https://diskriminant99.wixsite.com/website/post/astroloji-plazma-kozmolojisi-ve-elektromanyetizma-1]
Esenlikler,
Bu yazının tek amacı bir sonraki yazıyı anlayabilmenizi sağlamak.
Öncelikle aradaki bağlantıyı anlamanız için biraz plazma fiziğinden ve plazma kozmolojisinden bahsedeceğim. İkinci bölümde ise elektrik evren modeli ile astroloji arasındaki bağlantıları anlatacağım.
(Bu yazıda sıkça adını duyacaksınız: Hannes Alfven, nobel ödüllü fizikçi. Plazma fiziğinin babası kabul edilir. https://tr.wikipedia.org/wiki/Hannes_Alfv%C3%A9n )
Kısaca Atom Modeli ve Parçacıklar
Yukarıda gördüğünüz yapının bütününe atom denilir. Tüm cisimler bu atomların farklı proton, nötron ve elektron sayılı versiyonlarının birleşmesi ile oluşur.
Elektron negatif yüklüdür, proton pozitif yüklüdür, nötron ise nötrdür. Normal bir atomda proton ve elektronlar eşit sayıdadır ve yükleri birbirini sıfırladığı için atom nötr olur.
Eğer nötr bir atomdan elektron koparılırsa kalan eksik elektronlu atoma iyon denilir. Bu yapı, proton sayısı fazla olduğu için pozitif bir iyondur ve sadece iyon denildiğinde genellikle pozitif iyonlar kastedilir. Negatif iyonlar da bulunabilir. Kopmuş elektron ise her zaman negatif yüklüdür.
Her yüklü parçacık kendi elektrik alanını oluşturur. Elektronların akışı ile de bildiğiniz elektrik akımları oluşur. Her elektrik akımı mutlaka bir manyetik alan oluşturur.
Plazma Nedir?
Plazma, kısaca yüklü ve nötr taneciklerin bir karışımdır. İçerisinde serbestçe dolaşan elektronlar, pozitif ve negatif yüklü iyonlar ve nötr parçacıklar bulunabilir. Gazların yeterince ısıtılması (iyonize edilmesi) ile elde edilir. Maddenin 4. hali olarak da bilinir.
Ayrıca “İyonize gaz” da denilir fakat bir gazdan çok daha farklı davranır. Ana akım kozmolojide plazma sıklıkla yanlış adlandırılır. Uzay plazmalarına sıklıkla gaz, hidrojen bulutu, iyonize gaz vs. denilir ve bu oldukça yanlıştır.
Alfven bu konuda şunları söylemektedir:
[Birincil yaklaşım: İyonize Gazlar, İkincil yaklaşım: Plazma]
“Birinci ve ikinci yaklaşımlar arasındaki temel fark, gerçekte eşanlamlı olmalarına rağmen farklı genel kavramları ifade eden iyonize gaz ve plazma terimleriyle bir dereceye kadar gösterilmektedir. İlk terim, temelde bir gaza, özellikle de en aşina olduğumuz atmosferik gaza benzeyen bir ortam izlenimi verir.Bunun aksine, bir plazma, özellikle de tamamen iyonize olmuş manyetize bir plazma, temelde bambaşka özelliklere sahip madde halleridir…” – Hannes Alfven
Alfvén, Hannes, “Model of the plasma universe”, IEEE Transactions on Plasma Science (ISSN 0093-3813), vol. PS-14, Dec. 1986, p. 629-638
Plazma kelimesinin kökeni de şuna dayanır:
“Elektrik akımlarının etkisi altında plazma, yaşam benzeri niteliklere sahip ipliksi, dalgalı, sarmal oluşumlar üretir.Aslında, Irving Langmuir’e bu terimi biyolojiden (kan plazması) ödünç alması için ilham veren, elektrikli plazmanın bu yaşam benzeri davranışlarıydı.”
“Çok az elektron içeren kılıfların bulunduğu elektrotların yakınları hariç, iyonize gaz yaklaşık eşit sayıda iyon ve elektron içerir, böylece ortaya çıkan uzay yükü çok küçüktür. İyon ve elektronların dengeli yüklerini içeren bu bölgeyi tanımlamak için plazma adını kullanacağız.”
I. Langmuir, “Oscillations in ionized gases,” Proc. Nat. Acad. Sci. U.S., vol. 14, p. 628, 1928
Plazmaya fazla aşina olmama sebebiniz dünyada kalan 3 madde halinin daha yaygın olmasıdır. Bu istisnai bir durum çünkü evrendeki yapıların %99’u plazmadır.
Plazmanın davranışlarını inceleyen fizik dalına plazma fiziği denir. Ayrıca Plazma Fiziğinin füzyon teknolojilerinde de kullanım alanı vardır. Genelde de bu yüzden ilgi görür.
Plazmanın Özellikleri
Bütün özelliklere burada yer veremem. Genel özelliklerden bahsedeceğim.
Evrendeki yapıların %99’unu oluşturması Ölçeklenebilirlik, laboratuvar deneyleri ile uzay yapılarını anlayabilme Filamentleşme eğilimi Mükemmel bir iletken olması, hepsinin elektrik akımları iletmesi ve kendi manyetik alanlarını üretmesi, Manyetik alanlardan etkilenmesi, kendi manyeitk alanları da dahil Kendi ürettiği manyetik alanlardan etkilenerek kendi kendini değiştirebilen canlılık benzeri bir yapısı olması
Plazmalar mükemmel elektrik iletkenleridir. Plazmanın en ayırt edici özelliği elektromanyetik kuvvetlerden etkilenebiliyor ve onları üretebiliyor oluşudur.
Plazma içerisindeki elektronların hareketi bir elektrik akımı oluşturur, elektrik akımları ise her zaman manyetik alanları beraberinde getirir. Plazmalar manyetik alanlardan etkilenirler ve manyetik alanlar üretirler. Tabii ki kendi ürettikleri manyetik alanlarda kendi yapılarını etkiler ve değiştirebilir. Böylece tıpkı canlılarmış gibi, kendi kendilerini düzenleyebilen plazma varlıkları (plazmoid) oluşur. İşte yukarıdaki canlılık benzeri yapı ifadesi de buna dayanır.
Plazmalar laboratuvar ortamında üretilebildikleri gibi uzayda serbest halde de bulunurlar.
Hatta evrendeki yapıların %99’u plazmadan oluşur:
“Görünür evrenin %99,999’u plazmadır. Yani basitçe, eğer plazmaların nasıl davrandığını bilmiyorsanız, Evren’in nasıl davrandığını da bilmiyorsunuz demektir.Tüm kozmik plazmaların manyetik alan ve elektrik akımı taşıdığını belirtmek gerekir. 1’den daha az iyonize olan plazmalar bile -tozlu plazmalar gibi- [gerçek] plazma gibi davranabilir (yani “toz taneleri baskın akım taşıyıcısı olabilir”).”
Yavaş yavaş neden plazmalardan bahsettiğimi anlamaya başladınız sanırım.
Uzayda bulunan birçok plazma yapısı vardır. Bunlardan en bariz olanları ise yıldızlardır.
Evet, bizim Güneşimiz de tam anlamıyla bir plazmadır.
“Güneş’teki atomların çoğu iyonize. Bu özellikle, esasen tüm hidrojen ve helyum atomlarının tamamen iyonize olduğu sıcak, yoğun iç kısım için geçerlidir. Böyle yüksek oranda iyonize olmuş bir gaza plazma denir. Bu nedenle, Güneş’in gazlı bir cisim olarak adlandırıldığını görmek yaygın olsa da, daha spesifik bir tanım, onun plazma formunda olmasıdır. Bu durumda plazma, hidrojen ve helyum iyonları ile bu iyonlar üretildiğinde serbest kalan elektronlardan oluşur.”
Simon F. Green, Mark H. Jones, S. Jocelyn Burnell, An Introduction to the Sun and Stars 2004, Cambridge University Press, 2004, ISBN 0521546222, 9780521546225, 373 pages. Page 46
Diğer büyük plazma yapılarından biri ise plazma filamentleridir.
Plazma filamentleri, uzayda serbest halde bulunan plazmaların bir ipe benzer şekilde toplanması ile oluşan, akım taşıyabilen ve dolayısıyla manyetik alan oluşturabilen yapılardır. https://www.plasma-universe.com/filamentation/
Bazı belirgin plazma filamenti örnekleri:
Yukarıdaki resimde gördüğünüz gibi plazma yapıları evrenin her yerine, yıldızlardan, galaksilere kadar yayılmaktadır. [bu konuya tekrar döneceğim]
Plazmaların filamentleşebilmesi, yani yukarıdaki gibi ipe benzer yapılar oluşturması, temel özelliklerinden birisidir:
“Hannes Alfvén, akım filamentlerinin kendiliğinden oluşumunun, uzayda olduğu kadar laboratuvarda da manyetize plazmaların temel bir özelliği olduğunu ileri sürmüştür.”
[3] https://www.plasma-universe.com/filamentation/#cite_note-3
(Kısa bilgilendirme: Akademide yaygın olarak kullanılan kozmoloji modeline Standart Kozmoloji denir ve bu model plazmanın davranışlarını çoğu zaman görmezden gelir.
Plazma fiziğinin uzaya uygulanması ile oluşturulan evren modeli ise Plazma evren modelidir.
İleriki bölümde evren modellerini daha ayrıntılı anlatacağım.)
Kalan son özelliğimiz ise ölçeklenebilirliktir:
Plazma; laboratuvar ortamında gösterdiği özelliklerin tamamını, uzayda laboratuvar ortamında bulunan plazmadan yüzlerce kat büyük olduğu durumda bile gösterir.
Bu sayede laboratuvar deneyleriyle uzaydaki yapıları anlayabilmemiz mümkün oluyor.
Alfven bu sebepten dolayı her zaman kozmolojinin laboratuvar deneylerinin bir uzantısı olması gerektiğini savunmuştur.
“Göründüğü kadarıyla, hiçbir görüntü yeni bir fizik yasası icat etmemizi gerektirmiyor. Plazmanın temel özelikleri her yerde, laboratuvardan Hubble uzaklıklarına kadar aynıdır.“ -Hannes Alfven
İşte plazma evren modellerini gerçek bir bilim yapan da budur: laboratuvar deneylerinde gözlemlediğiniz plazma olaylarını uzaydaki yapılarda da tespit edebilirsiniz. Tam terside geçerlidir. Yani plazma evren modelleri deneylerle test edilebilirdir.
Bu bilimsel yöntem ile tamamen uyuşur: https://tr.wikipedia.org/wiki/Bilimsel_y%C3%B6ntem
Aksine Standart kozmolojik model büyük oranda hipotetik teorilerden oluşur ve deneylerle test edilemez.
Dört Temel Kuvvet
Evrende tespit ettiğimiz tüm kuvvetlere neden olan temel 4 kuvvet bulunmaktadır:
-
Güçlü Nükleer Kuvvet
-
Elektromanyetizma
-
Zayıf Nükleer Kuvvet
-
Kütleçekim
Nükleer kuvvetler hakkında internetten bilgi alabilirsiniz, ben bunlar hakkında konuşmayacağım.
Elektromanyetizma ve kütleçekim kuvveti oldukça aşina olduğunuz kuvvetlerdir aslında.
Bir mıknatısın buzdolabına yapışmasını sağlayan şey Elektromanyetizma kuvvetidir.
Bir elmayı bıraktığınızda onu yeren çeken kuvvet ise kütleçekim kuvvetidir.
Bu da bizi başka bir konuya getiriyor, Evren modelleri.
Bir Evren Modeli Nedir?
Evren modeli kısaca, evrenin yapısını, uzayın ve içerisindeki yapıların nasıl davrandığı açıklayan teoriler bütünüdür.
Standart Kozmolojik Model
Standart Kozmolojik Model, Kısaca SKM.
-Şimdi fark ettim de, pek hoş bir kısaltma olmadı ama az bile bunlara-
SKM, günümüzde bilim camiasının büyük çoğunluğunun kabul ettiği evren modelidir. Bu modelde evrende baskın olan güç kütleçekim -kütlelerin birbirine uyguladığı kuvvettir- kabul edilir. Yani gezegenleri yıldızların çevresinde tutan, galaksileri ve yıldızları oluşturan kuvvet kütleçekim kabul edilir. Ayrıca büyük patlama, karanlık madde, karanlık enerji, karadelik vs. gibi inanılmaz hipotetik varsayımları ve teorileri bulundurur.
Genel olarak genel görelilik kuramı, büyük patlama teorisi ve termonükleer yıldız modeli gibi teorilerin birleşimi ile oluşur.
Plazma Evren Modeli
Plazma Evren Modeli (Kısaca PE diyeceğim) ise SKM’nin tam tersine evreni yöneten gücün plazmadan kaynaklı olduğunu söyler. Çünkü evrendeki yapıların %99’u plazmadan oluşur.
(Evrendeki yapıların %99’u plazmadan oluşur ifadesi bu modelin argümanı değil yalnız, öyle olduğu SKM taraftarları tarafından bile kabul edilir.)
Ve PE’ye göre evreni yönetecek olan kuvvet de doğal olarak plazmadan kaynaklanan elektromanyetizmadır. Plazma fiziğinin uzaya uygulanması ile Plazma Evren Modeli ortaya çıkar.
Bu modelin kurucusu olan Hannes Alfven aynı zamanda da plazma fiziğinin babası kabul edilir. Plazma fiziğindeki çoğu gelişme onun sayesinde olmuştur. Magnetohidrodinamik hakkındaki çalışmaları sayesinde Nobel fizik ödülü kazanmıştır.
Ayrıca PE’nin temeli olan plazma fiziği nerdeyse yüz yıldır araştırılan bir alan ve çok iyi şekilde belgelendirilmiştir. Bunu söylüyorum çünkü standart kozmolojide nerdeyse yarım asır araştırılıp hala ne olduğu bile bilinmeyen karanlık madde diye bir “şey” var.
Elektrik Evren Modeli
Elektrik Evren Modeli, Kısaca EE diyeceğim, asıl konumuz olacak modeldir. Önceki modeller hakkında internette bol bol hem türkçe hem ingilizce kaynak var o yüzden fazla değinmeyeceğim.
EE, büyük oranda Plazma Evren Modeli (PE) ile aynıdır. Aralarındaki farklar hakkında güzel bir video paylaşacağım, Plasma Universe & Electric Universe, What’s the Difference? – YouTube
ama en göze çarpan farkları: EE yıldızların yapısı hakkında farklı bir teori önerir, PE ise klasik SKM teorisi olan termonükleer güneşi kabul eder. Bu fark dışında hemen hemen aynı şeyleri savunur iki modelde.
Hannes Alfvén’in yüksek lisans öğrencisi olan Dr. Anthony Peratt’ın EE’ye büyük katkıları olmuştur. Peratt, iki modelde de çalışmış bir fizikçidir.
Kısaca literatürü anlattığıma göre konuya geri dönebiliriz.
İşte tüm sorunumuz bu evren modeli farklarıdır aslında. Akademide çok çok büyük ölçüde SKM kabul görür ve bu modelin inanılmaz derece fazla sorunu olmasına rağmen bir dine inanır gibi inanılır ve sorgulanmaz bile.
Şimdi genel literatürü öğrendiğinize göre tüm bu modelleri karşılaştırabiliriz.
Galaksi Simülasyonu
“…Buna çok iyi bir örnek, gerçekten elektrik kozmolojisinin babası olan, ünlü (Nobel ödülü sahibi) Hannes Alfvén’in yüksek lisans öğrencisi olan Dr. Anthony Peratt’ın çalışmasıdır.
Peratt, kütleçekim ile ilgili hiçbir şey kullanmadan, sadece elektrik bilimi yasalarını kullanarak, sadece bir elektrik yükü bulutu ve bir manyetik alan kullanarak bir süper bilgisayarda simülasyon yaptı. Sarmal bir galaksiye benzeyen bir yapı simüle etti. Ve ilginç olan, Peratt’ın laboratuvardaki sarmal gökadasının, gökyüzünde gördüğümüz gerçek sarmal gökadalarla tamamen aynı dönme özelliklerine sahip olmasıdır.”
[2](Fotoğraf ve alıntı şu belgeseldendir:
Belgeseli izlemenizi tavsiye ederim. İngilizce altyazı var, ingilizce altyazıyı otomatik olarak türkçeye çevirme seçeneği de bulunuyor.
Peratt’ın yaptığı simülasyon:
Samanyolu Galaksisi:
Aradaki benzerliği görüyor musunuz?
Bu arada, aynı galaksi oluşumu daha öncesinde Bostic tarafından deneylerle de gözlemlenmiştir:
Gördüğünüz gibi PE/EE galaksilerin oluşumunu açıklayabiliyor, hem de karanlık madde gibi hiçbir somut kanıtı olmayan bir teoriye başvurmadan!
SKM ise galaksi oluşumunu tek başına açıklayamaz, teorisinin tutarlı olması için gerekip gözlemlerde olmadığı görülen maddeye de karanlık madde denir.
“Yapı oluşumu, Büyük Patlama’dan sonraki yoğunluk bozulmalarının çökerek yıldızları, galaksileri ve kümeleri oluşturduğu dönemi ifade eder. Yapı oluşumundan önce, genel göreliliğin Friedmann çözümleri homojen bir evreni tanımlar. Daha sonra, küçük anizotropiler yavaş yavaş büyür ve homojen evreni yıldızlara, galaksilere ve daha büyük yapılara yoğunlaştırır. Sıradan madde, çok erken dönemlerde evrenin baskın unsuru olan radyasyondan etkilenir. Sonuç olarak, yoğunluk bozulmaları yapıya yoğunlaşamaz.[68] Evrende sadece sıradan madde olsaydı, yoğunluk bozulmalarının şu anda görülen galaksilere ve kümelere dönüşmesi için yeterli zaman olmazdı.
Karanlık madde, radyasyondan etkilenmediği için bu soruna bir çözüm getiriyor. Bu nedenle, yoğunluk bozulmaları büyüyebilir. Ortaya çıkan yerçekimi potansiyeli, daha sonra çöken sıradan madde için çekici bir potansiyel görevi görür ve yapı oluşum sürecini hızlandırır.[68][69]”
Karanlık madde olayı ise şöyle ki, SKM’de galaksilerin oluşumu karanlık madde kullanılmadan açıklanamıyor. Çünkü SKM’ye göre galaksilerin oluşumu için gereken madde miktarı, gözlemlerde ölçülen madde miktarından çok çok daha fazla.
Yani gerçekte gözlemlenen madde onların kuramında galaksilerin oluşması için gereken madde miktarından oldukça az.
Bu durum, gözlemler ile teorinin uyuşmadığını gösterir. Normal bir bilim insanı, teorisi ile gözlemler uyuşmadığında yeni bir teori oluşturmaya çalışır.
Fakat SKM’i geliştiren bilim insanları, öyle görünüyor ki oldukça inatçı ve teorilerinin kabul edilmesi için her türlüğü pisliği yapmaya hazır durumda.
İşte bu yüzden de eksik kalan maddenin karanlık madde adında gözlemlenemeyen bir madde türünde olduğunu iddia ettiler. Sonrası malum zaten, karanlık madde basına pazarlandı, oradan da popüler bilim kitapları aracılığıyla yeni yetişecek fizikçi nesline aktarıldı ve tek gerçek Standart Kozmolojik Modelmiş gibi algılatılmaya devam edildi.
Oysaki şöyle bir durun ve düşünün: Bir bilim insanı teorisi gözlemlere uymadığı yerde, olmayan maddenin aslında başka bir madde türünden olduğunu söylemesi ve bunu neredeyse yarım asır araştırıp hiç bir şey bulamamasına rağmen yine de en doğru teorinin kendi teorisi olduğunu söylemesi ne kadar doğru?
İşte bu yüzden SKM’nin bilimden oldukça uzaklaşmış bir paradigma olduğunu düşünüyorum.
SKM bir bilim katliamıdır.
Size biraz spoiler vermek zorunda kalacağım ama karanlık maddenin yapısı asla bilinemeyecek, çünkü öyle bir şey yok! Karanlık maddenin “ne olabileceğine” dair tonla teori var, yeni nötrino türleri, yeni parçacıklar vs. fakat SKM taraftarı bilim insanları kendi aralarında bu yapının ne olduğu hakkında ortak bir görüşe varsa bile bunu deneylerle ispatlayamayacaklar. Bu yüzden de buna kaynak ayrılması tamamen israftır.
(Sadece karanlık maddeye ayırdığım bir yazı da gelecek şimdilik bu kadarına değiniyorum.)
SKM ve diğer teoriler arasındaki önemli bir farkta kullandıkları kuvvetlerle alakalıdır.
“Kütleçekim, doğanın dört temel etkileşiminin en zayıf yönüdür. Kütleçekim kuvveti, güçlü kuvvetten yaklaşık 10^38,elektromanyetik kuvvetten 10^36 (on üzeri 36, yani birden sonra 36 sıfır koymanız gerekiyor. ) ve zayıf kuvvetten 10^29 kat daha zayıftır.”
SKM evrene hakim olan kuvvetin kütleçekim olduğunu söyler ve evrendeki açık ara en güçsüz kuvvet kütleçekimdir. Bu SKM’ye bariz zorluklar çıkarmaktadır, tek başına galaksi oluşumunu açıklayamaması gibi.
PE/EE ise evrene hakim kuvvetin elektromanyetizma olduğunu söyler. Kütleçekim aksine elektromanyetizma dört kuvvet arasından en güçlü kuvvetlerden biridir, en güçlüden en güçsüze ikinci sırada bulunuyor. Bu elbette büyük bir avantaj PE/EE açısından.
Standart kozmolojide astronomik boyutlarda kütleçekim dışında etkili olabilecek hiçbir kuvvet yoktur fakat PE/EE’ye göre elektromanyetizmanın etkisinin düşük olduğu bazı yerlerde kütleçekimde etkili olabilmektedir.
Aslında, kütleçekim’in bile elektromanyetizma kökenli olduğu hakkında bazı hipotezler bulunuyor. Böyle bir keşif çoğu şeyi açıklığa kavuşturur açıkçası.
Ayrıca, “Plazma evren modeli bilim insnaları tarafından çürütülmüştür.” ifadesi koca bir masaldır. Ne o çürüten “bilim insanları’nın” adı bellidir ne de nasıl çürüttükleri bellidir. Koca bir masal resmen.
Ve bu saçmalığa inanıp, gidip “manyetik enerji evrenin %70’ini oluşturuyor olabilir” gibi şeyler söyleyip çürütüldüğünü söyledikleri teoriye destek oluyorlar.
Plazma evren modeli ayrıca evrenin sonu ve başlangıcı olmadığını söyler. Çünkü böyle bir gözlemimiz yok. Lokal oluşumlar vardır sadece, mesela samanyolu galaksisi bir zaman yoktu, sonradan oluştu, güneş sistemi bir zamanlar yoktu, sonradan oluştu gibi. Bu şekilde düşünürseniz evrenin sonsuzluğu gayet akla yatkın geliyor.
Ayrıca standart kozmolojiden en önemli farklarından biri de yöntemidir. Büyük patlamada belirli bir zamandan başlanıp yavaş yavaş günümüzdeki evrenin nasıl oluştuğu kurgulanır, daha sonra ise bunun gözlemler ile desteklenip desteklenmediğine bakılır.
Plazma evren modeli ise önce gözlem yapar, daha sonra teorisini oluşturur. Aynı yüzyıllardır fizikte yapılan gibi.
Biraz da PE aleyhine argümanları görelim.
Plazma Evren Modelinin en büyük sorunu:
“Bilgisayar Simülasyonları Gözlemlerle Uyuşuyor
Plazma Evren modelinin en büyük sorunu, manyetik alan içinde bulunan filamenter yapıya sahip ve elektriksel olarak iletken plazmayı tanımlayan denklemlerin non–lineer olmasıdır.
Bu tür denklemlerin lisede görmüş olduğumuz denklemler gibi çözüm yolları yoktur, çözümleri ancak süper bilgisayarlar ile mümkündür.
Plazma kuramcıları plazma simülasyonu adı verilen bir yöntem kullanırlar. Bu yöntemde daha önce teorik veya deneysel olarak elde edilmiş denklemler ile yasalar önceden koyulmuş sayısal sanal doğaya milyonlarca parçacıktan oluşan sayısal parçacıklar eklenir. Bilgisayar çalıştırılır ve beklenir. Bilgisayarın hızına bağlı olarak bir süre sonra bu parçacıkların deviniminin oluşturduğu yapılar görülebilir. Sayısal olarak elde edilen bu yapılar laboratuvar ve gökyüzü gözlemleri ile karşılaştırılarak denklemlerin doğruluğu sınanabilir.
Ancak yapılan ilk simülasyonlarda milyonlarca parçacık kullanılmasına karşın gerçeğe daha yakın sonuçlar elde etmek için çok daha yüksek sayıda parçacık kullanılması gerekmektedir.
Bunun için daha güçlü bilgisayarlara ihtiyaç vardır. Gök adamız Samanyolu,10^65 tane özgür elektron ve iyon içerdiğinden simülasyonda kullanılan bir parçacık aslında devasa parçacık gruplarına denk gelmektedir. Yinede 50 milyon parçacık ile oluşturulmuş olan simülasyonlar evrende gözlemlenmiş gök ada yapılarını sayısal ortamda şaşırtıcı derecede benzerliklerle oluşturabilmektedir. En önemlisi simülasyonlarda kullanılan denklemler ve değerler laboratuar deneyleri ile elde edilmiştir. Sonuçlar gözlemlerle uyuşmaktadır. Bu uyumu sağlamak için hayali bazı parçacık veya madde topluluklarının yaratılmasına ihtiyaç duyulmamıştır.
Hannes Alfven bu durumu şöyle açıklıyor:
“Göründüğü kadarıyla hiçbir görüntü yeni bir fizik yasası icat etmemizi gerektirmiyor. Plazmanın temel özelikleri her yerde, laboratuvardan Hubble uzaklıklarına kadar aynıdır.“ “
Kozmolojik Manyetizma
Şimdi bununla bağlantılı başka bir konu daha var. Bildiğiniz gibi, elektrik akımları her zaman manyetik alanlar üretir. Filamentler ve diğer plazma yapıları da elektrik akımları taşır, dolayısıyla manyetik alanlar üretir ve plazma yapıları da evrenin %99’unu kaplıyor. Dolayısıyla mantıken uzay manyetik alanlarla dolu olmalı değil mi? Gerçekten de öyle.
Ve uzaydaki manyetik alanların varlığı standart kozmolojide bile gözardı edilemeyen bir şeydir. Fakat göz ardı ettikleri şey onları oluşturan elektrik akımlarıdır.
Manyetizmanın kozmolojik boyutlarda var olduğunu anlamışsınızdır. İlk başlarda kozmik manyetizma standart kozmolojide tamamen görmezden geliniyordu, daha sonra ise yavaş yavaş kabul etmeye başladılar.
“[Eski bir nasa sitesindeki soru cevap kısmından bahsediliyor]
Uzayda manyetik alanlar var mı sorusuna verilen cevap şöyledir:
“Kozmolojik ölçekte, manyetik alanların mevcut olduğunu gösteren hiçbir veri yok. Mevcut gözlemsel kısıtlamalarla tutarlı herhangi bir makul alan gücü aralığı için evrenin dinamiklerinde kesinlikle önemli değiller.’
Ancak 2011’de inkar edilemez bilmece, Universe Today makalesinde kabul edilmektedir.
‘Kozmik ölçekli manyetik alanlardan söz edilmesi, bazı astronomik çevrelerde hala rahatsız edici bir sessizlikle karşılanacak gibi görünüyor-ve biraz silkelenme ve boğaz temizlemeden sonra, tartışma daha güvenli konulara taşınacak. Ama bakın, yine de oradalar! (kozmik Manyetik alanlar)
Galaksi oluşumunda değilse bile muhtemelen galaksi evriminde rol oynuyorlar ve kesinlikle yıldızlararası ortamın ve galaksiler arası ortamın bir özelliğidirler.’
Fakat gökbilimcilerin ve astrofizikçilerin uzun süredir ‘önemli olmadığına’ inandıkları bu manyetik alanları oluşturan şey nedir? “
Son soruya ben cevap vereyim. Daha az önce söylediğim gibi manyetik alanları oluşturabilecek tek şey elektrik akımlarıdır.
Fakat standart kozmolojide manyetik alanlar kabul edilse de onu oluşturan elektrik akımları kabul edilmez:
“Gökbilimcilerin ve astrofizikçilerin karşılaştığı gerçek sorun, galaktik manyetik alanların kökenleri üzerine bir Scholarpedia sayfasında kısa ve öz bir şekilde özetlenmiştir:
‘Evrenin ilk manyetik alanlarının kökeni hala bir gizemdir… Manyetik alanı sürdürmek ve düzenlemek için bir mekanizma gerektirir.’ [http://www.scholarpedia.org/article/Galactic_magnetic_fields]
Kendi göksel mahallemizde daha küçük bir ölçekte, bilim adamları, gezegenlerin ve Güneş’in manyetik alanlarını açıklamak için gizemli iç dinamoları öneriyorlar. Galaktik manyetik alanları açıklamak için artık galaksilerin içinde de dinamolar öneriliyor.
Ancak plazma kozmologları, galaksilerdeki manyetik alanların, galaksilerin sarmal kolları boyunca merkeze akan elektrik akımlarından kaynaklandığını teorik ve deneysel olarak göstermiştir.”
“Sadece tüm galaksiler değil, onları birbirine bağlayan zayıf filamentlerde manyetiktir.
Her gökyüzüne baktığımızda, manyetizmayı buluruz.”
” Baş araştırmacı şunları söyledi:
“Genel olarak, bu kadar geniş manyetik alanların nasıl oluştuğunu ve bu büyük ölçekli manyetik alanların galaksi oluşumunu ve evrimini nasıl etkilediğini bilmiyoruz. Manyetik alanların galaksilerin ve çevrelerinin evriminde oynadığı rolü anlamak, astronomide yanıtlanması gereken temel bir sorudur.’ ”
Ancak yazının en başında yazdığım gibi, plazma kozmologları bu sorunu on yıllar önceden filamentlerin içindeki elektrik akımlarının varlığı sayesinde çözmüştürler.
Yıldız Modelleri
Şimdi ise yıldız modellerinden bahsedelim.
Standart kozmolojide inanılan teori termonükleer güneş teorisidir. Bu teoride güneşin etrafa enerji yaymasını sağlayan güç, çekirdeğinde yaptığı füzyon tepkimelerinden ortaya çıkan yüksek miktardaki enerjilerdir.
Bu teori garip bir şekilde plazma evren modelinde de kabul edilir.
Elektrik evrende kabul edilen ise elektrik güneş teorisidir. Burada ise güneşe güç veren şey dış uzaydan aldığı elektrik akımlarıdır.
Bu modelde Enerji dış uzaydan geldiği ve evren sonsuz olduğu için güneşte sonsuza dek çalışabilecektir muhtemelen.
Termonükleer teoride güneşin enerjisinin tükenip en sonunda başka bir forma geçeceği söylenir.
“Bir hidroelektrik santrali ile Elektrik Güneş benzetmesi. Gelen elektronların sürüklenme akımlarını tespit etmek çok zordur. Heliopause’un yüzey alanı, Güneş’in yüzey alanından yaklaşık 600 milyon kat daha büyüktür.” https://www.electricuniverse.info/electric-sun-theory/
Tabii bu teori tüm yıldızlar için de böyle işliyor. Güneş sadece bir örnek.
Ve en beğendim kısmı da, yine standart kozmolojik modelden daha deneysel olması.
Termonükleer güneş modelini test etmek mümkün değilken Elektrik Güneş Modelini test eden bir deney çoktan yapılmaya başlandı:
“Safire Projesi, “yıldız ve gezegen olaylarında elektriğin rolünü keşfetmek”, özellikle de Elektrikli Güneş teorisini bağımsız olarak test etmek için laboratuvar tabanlı bir dizi deneydir. Bir “Deney Tasarımı” yaklaşımına dayanan ve bir SCADA kontrol sistemi kullanan Safire, teori ve simülasyonlar yerine öncelikle gözlem ve deneylere odaklanmaktadır. Deneyler, “Kavanozdaki Yıldız” olarak da tanımlanan büyük bir vakum odasında gerçekleştirilmektedir. Oda tarafından üretilen çok çeşitli veriler, görsel bir karşılaştırmadan daha fazlası olan Güneş’ten alınan verilerle bir karşılaştırma yapılmasına olanak tanır. SAFIRE, “Düzenleme Deneyinde Yıldız Atmosferik Fonksiyonu” için kullanılan bir kısaltmadır.
Safire Projesi bugüne kadar EU/ES modeli ile herhangi bir uyumsuzluk bulmamıştır.“
(Aynı ekip daha sonrasında bir füzyon reaktörü geliştirmeye de başlamış: https://aureon.ca/)
Ayrıca Termonükleer Güneş Modelinde bulunan tonla sorun bu modelde modelin doğal sonuçlarından gelmektedir:
(Termonükleer Güneş Modeline füzyon modeli de denilebilir.)
“Füzyon Modeli:
Ad hoc mevcut açıklamaları olan, ancak Standart Modelde gerçekten hiçbir açıklaması olmayan ve elektrik modelinin doğal sonucu olan çok sayıda gözlem vardır.
Örneğin; ağır elementler, güneş tayfı, nötrino eksikliği, nötrino değişkenliği, güneş atmosferi, enlem tarafından diferansiyel rotasyon, derinliğe göre diferansiyel rotasyon, ekvatoral plazma torus, güneş lekeleri, güneş lekesi göçü, güneş lekesi yarı gölgesi ve güneş lekesi döngüsünün kendisi, manyetik alan gücü, eşit manyetik alan, helio sismolojisi, güneş yoğunluğu ve değişen boyut. [Yani bütün teori?]
Bu listedeki tüm gözlemler, Elektrik Güneş Modelinin doğal sonuçlarıdır. Standart gökbilimciler, onları bir gün çözülecek önemsiz zorluklar olarak görme eğilimindedir.
Ben, buradaki diğer meslektaşlarım gibi, bunların önemsiz olmadığını, daha çok Solar Füzyon Modeli için ölümcül darbeler olduğunu çünkü önemli olduklarını savunuyorum. İkincil değiller. Hepsi başarısız nükleer füzyon modeli için birincil tahrif edici gözlemlerdir. “
Kaynak:
“Güneşin enerjisini, güneş enerjisinin derinliklerindeki termonükleer reaksiyonlara bağlayan modern astrofiziksel kavram, güneşin neredeyse gözlemlenebilir tüm yönleriyle çelişiyor.” Ralph E. Jürgens (1980)
Kozmolojik Bağlantılar
Şimdi en başlarda bahsettiğim bağlantılarla alakalı kısma geri dönüyorum. Sürekli söylenen basit bir Elektrik Evren ilkesinden bahsedeceğim:
Evrende adalar yoktur.
Bu cümle, evrende izole halde bulunan hiçbir kozmik yapı olmadığını anlatır.
Tüm evren, plazma yapıları ve manyetik alanlar ile birbirine bağlıdır.
Aynı şekilde, Güneş’te tüm gezegenlere birkeland akımları ile bağlanır:
“Güneş’in elektriksel etki alanındaki gezegenlerin elektrik yüklü cisimler olduğu her zamankinden daha açıktır.”
Hatta galaksiler arasındaki bağlantılar 1980’li yıllardan beri tahmin ediliyordu ve günümüzde bu bağlantılar kesin sayılır. Bu standart kozmolojik modelde kozmik ağ olarak bilinir.
“Plazma Evren Modelinde kozmik boyuttaki plazmalar, elektromanyetik sıkışma (z-pinch) etkisiyle galaksileri ve bu galaksilerdeki yıldızları yaratır. Bu plazmaların yerlerinde kalıp yıldızlara güç sağladığını söylemek sadece küçük bir tahmin olur. Yıldızlarda gezegenler arasında da bu bağlar bulunur.”
Bir sonraki yazı siteye daha sonra eklenecek, şimdilik buradan okuyabilirsiniz:
Fakat tüm bunlara rağmen, ne söylesek, düşünsek de; son sözü evren söylecek.